Ceza Kavramı, Cezanın Amacı, Nitelikleri ve Çeşitleri

A. Caner YENİDÜNYA
20 min readMar 28, 2019

--

“İnsan.. nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır..Yoldaşlarımızdan bazılarının domuz gibi, bazılarının da aziz gibi davrandıklarına tanık olduk.İnsanın içinde her iki potansiyel de vardır ve hangisinin gerçekleşeceği koşullara değil, kararlara bağlıdır..”

Viktor E. Frankl, İnsanın Anlama Arayışı

1- Ceza Kavramı

Ceza, bir yaptırım türü olarak, suç teşkil eden fiili, haksızlığı gerçekleştiren kişi hakkında yargı kararı ile uygulanan kişiyi yoksunluklara uğratan bir karşılıktır. Tarih boyunca toplumun yapısı, imkanları, yaptırımdan beklenen faydalar gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak sürgün, toplum dışına çıkarma, vücut organlarını kesme, dağlama, ölüm gibi farklı formlarda karşımıza çıkmakla birlikte, günümüz çağdaş ceza hukukunda hürriyeti bağlayacı cezalar ve adli para cezası olarak somutlaşmaktadır. Ceza niteliği gereği, kişiye uğrattığı yoksunluk ölçüsünde, acı ve ızdırap vermektedir. Bu anlamda cezanın ağırlığı, kişinin işlediği haksızlık ve kusuru nispetinde artabilmekte, ancak her halükarda kanunilik prensibine riayet edilerek belirlenmekte ve devletin infaz kurumları aracılığıyla yerine getirilmektedir. Ceza kavramının sağlıklı bir şekilde ortaya konulabilmesi, uygulanmasıyla beklenen amacın ne olduğu ve iyi bir cezada bulunması gereken niteliklerin nelerden ibaret bulunduğu ile yakından irtibatlıdır.

2- Cezanın Amacı [1].

a- Kefaret ve Adalet Teorileri

Mutlak ceza teorileri olarak da isimlendirilen kefaret ve adalet görüşlerine göre, cezadan her hangi bir fayda veya netice beklenmemektedir. Cezanın meşruluğu kendisindendir[2]. Cezanın bizatihi tatbiki dışında, başka bir amaca hizmet etmesi gerekmez. Zaten kendisi amaçtır; işlenen suç dolayısıyla topluma verilen zararın ödettirilmesi ve kusurun kefaretidir. Devlet hiçbir yararı olmasa da, aklın gereği suçluyu cezalandırmak durumundadır. Çünkü adalet, kötülük yapanın karşılığını bulmasını gerektirir[3].

Teorinin taraftarlarından Kantkonuyla ilgili şu örneği verir; bir adada yaşayan halkın tümü birbirlerinden ayrılıp yaşadıkları toplumu ortadan kaldırmaya karar vermiş olsalar dahi, cezaevindeki son ölüm cezası mahkûmunun cezasını infaz etmek zorundadırlar[4].

Hegel’egöre de, hukukun ihlali olan suç, ceza ile karşılandığında, bozulan toplum düzeni tekrar tesis edilmiş olacaktır[5].

Mutlak teorilere göre, ceza geçmişe yöneliktir. Failin kusuru ancak cezanın uygulanmasıyla telafi edilebilir[6]. Böylece suçlu cezasını çekerek, suçunun günahından temizlenecek, toplumla hesabı görülmüş olacaktır[7].

Cezanın kefaret teşkil edici niteliğinin insanların temel duygularından kaynaklandığı, saldırganlara karşı toplumun nefretini yansıtacak ağırlıkta yaptırımlar sağlanmadığı takdirde, vatandaşların hukuku kendi ellerine alıp, adaleti gerçekleştirmek, suçluları cezalandırmak isteyecekleri belirtilmiştir[8]. Bu açıdan insanların kefaret ve adalet isteklerini karşılamadaki yetersizlik, toplumda kargaşaya neden olabilir[9].

Sonuç olarak diyebiliriz ki, bu teorilerin felsefesine göre ceza, toplumun maruz kaldığı zarara karşı ahlaki bir karşılık olarak değer görür. Toplumsal hoşnutsuzlukları, yanlışları müeyyide altına almada kullanılır. Yoksa onun caydırıcılık veya rehabilite etme gibi hedefleri yoktur[10].

Kefaret ve adalet görüşleri eleştirilmiş ve denmiştir ki[11], ceza hukukunun görevi sadece adaleti gerçekleştirmek değil, aksine insanların barış içinde bir arada yaşamaları için hukuki değerleri korumaktır. Bu bakımdan toplumun korunması fikri olmaksızın sırf adalet düşüncesiyle cezanın uygulanması aşırılığa kaçmak olur[12]. Ayrıca adalet kavramı değişkendir. Yüzyıllar boyunca aynı nitelikteki bazı suçlar, farklı yaptırımlarla karşılanmıştır. Örneğin, 18 inci Yüzyılda hırsızlık ölüm cezasıyla cezalandırılmakta iken, günümüzde hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir eylemdir. Fakat bu durum adalete aykırı değildir. Çünkü adalet her dönem için geçerli mutlak bir ölçü koyamaz, her dönem için farklı kıstaslardan hareket eder. Bu durum da “gerçekten adalet için mi cezalandırıyoruz?” sorusunun sorulmasına sebebiyet verir.

Bunun dışında devlet, çocuklara ve gençlere yönelik yaptırımlarda, adaletin gerçekleştirilmesinden ziyade, onların terbiye ve ıslahına önem verir. Bu alanda cezadan çok affetme, davranışı görmezden gelme daha etkilidir. Yine tatbikatta bir takım suçların cezasız kaldığı da görülmektedir[13]. Örneğin, kovuşturma şartlarının gerçekleşmemesi (şikâyet, izin, karar gibi), zamanaşımının dolması, hâkimin cezanın ertelenmesine karar vermesi ve nihayet suçta siyah sayılar dediğimiz durumun gerçekleşmesi. Bu hallerin birçoğunda devlet kendisi belirli koşullar altında cezanın uygulanmasından vazgeçmektedir. Oysa yeryüzünde adaleti gerçekleştirmek için ceza verilseydi, her suçun yaptırıma bağlanması gerekirdi[14].

Ayrıca kefaret düşüncesinin insanların temel duygusundan kaynaklandığı şeklindeki yorum da her suç bakımından geçerli bulunmayabilir. Eğer ırza geçen birisi yeterince cezalandırılmamışsa, mağdurun arkadaşları, ailesi ve toplumun diğer üyeleri intikam almaya kalkışabilir. Buna karşılık marihuana (uyuşturucu madde) içen bir gencin cezalandırılmasında hal böyle değildir[15]. Devlet bu şahıs için hak ettiği cezayı vermediği takdirde toplum bu duruma ne kadar önem verecektir? İntikam almak isteyecek midir? Aynı duyarsızlık toplumda makul etki yapan, şiddet içermeyen diğer suçlar için de söz konusudur[16].

b- Önleme-Caydırıcılık Teorisi

Nisbi ceza teorileri olarak da anılan bu görüşlere göre, cezanın amacı geleceğe yöneliktir. Ceza, kişiyi gelecekteki suçlardan korumayı hedefler[17].

Ceza yaptırımı, bireylerin gelecekteki tercih ve davranışlarının temelini teşkil eder. Politikacılar, sık sık suçlu olma ihtimali olanlara, suçluların üzerine şiddetle gidileceği yolunda mesajlar verir. Bu yaklaşım köklerini Jeremy Bentham’ın 18. yüzyılda ileri sürdüğü“bireylerin davranışlarının getirilerini karşılaştırması ve hesaplaması, onların hareketlerine hükmeder”prensibinden almaktadır. Örneğin, para veya başkaca bir mal çalacak olan potansiyel suçlu, benzer işlemi yapanların maruz kaldığı cezayı düşünecek ve böylece caydırılmış olacaktı[18].

İki çeşit caydırıcılık (önleme) vardır: Genel önleme ve özel önleme. Genel önlemede, insanların, suç işleyenlerin cezalandırılmasını gözlemleyerek, suçların bedelinin faydalarından daha fazla olduğu sonucuna ulaşmaları ve suç işlemekten caymaları söz konusudur[19]. Bu anlamda ceza insanları; ya korkutmak (negatif genel önleme) ya da hukuk bilincini ve hukuka güveni güçlendirmek (pozitif genel önleme) suretiyle hukuka uygun davranışta bulunmaya motive eder[20]. Ceza yoluyla korkutma, kanunda ceza tehdidine yer verilmesi ve aynı zamanda somut olayda cezaya hükmedilmesi ve bunun infaz edilmesiyle gerçekleştirilir[21]. Şu halde; kanuna aykırı hareket eden suçlu hakkında hükmedilen cezanın yerine getirilmesi, toplumun diğer bireyleri üzerinde cezaya maruz kalma korkusu yaratarak, onların suç işlemekten uzak durmalarını sağlar[22].

Cezanın toplumun hukuk bilincinin ve hukuka güveninin güçlendirilmesi şeklindeki fonksiyonu ise, kanunda belirli bir ihlal karşılığında ceza tehdidine yer verilmesi ve somut olayda da cezaya hükmedilmesi suretiyle, toplumun temel değerlerinin herkesçe öğrenilmesi ve tekrar tekrar hatırlanması şeklinde gerçekleştirilir[23]. Bu anlamda genel önlemenin etkili olabilmesi insanların, değişik eylemlerin benzerliği ve cezalarının ciddiyeti hususunda kararlılıkla uyarılmalarına bağlıdır. Bireylerin suç işlediklerinde, yakalanıp, yargılanacaklarına ve belirli bir cezaya duçar olacaklarına inanmaları gerekir. Bunların da ötesinde, ceza yeterince ciddi olmalıdır ki, suçların işlenmesinin sonuçları insanların zihnine yerleştirilebilsin. Örneğin, halka açık idamlar geçmişte en etkin caydırıcı ceza olarak kabul edilmişti[24].

Özel önleme diğer bir anlatımla bireysel caydırıcılık mahkûm olmuş suçluların düşünce ve davranışlarını yönlendirir[25]. Ceza suçtan korunmanın vasıtasıdır. Fail, gelecekteki suçlardan alıkonulmalıdır. Bu bakımdan fail kusuru oranında değil, yeniden sosyalleşmesi için gerekli olan miktarda ceza alır[26]. Özel önleme üç şekilde gerçekleştirilir: Birincisi suçluyu cezanın şiddetiyle korkutarak, bir daha suç işlemekten alıkoymak, ikincisi, suçluyu tecrit ederek toplumu ondan korumak, üçüncüsü ise, suçluyu belirli bir rehabilitasyona tabi tutarak ıslah etmek, yeniden topluma kazandırmaktır[27].

Birinci yaklaşımda; cezanın türü ve oranı suçluyu bir daha suç işlemekten alıkoyacak şekilde ayarlanır. Ceza suçluya; “suçumun sonuçları çok acı vericiydi, bir daha suç işlemeyeceğim, çünkü cezalandırılma riskini tekrar göze alamam” dedirtecek kadar ciddi olmalıdır[28].

Suçluyu tecrit ederek, toplumu ondan korumak fikri, saldırganın daha fazla suç işleme kapasitesinin onu hapiste tutarak veya idam cezasına çarptırarak ortadan kaldırılabileceğini kabul eder. Bu konuda “onları kilitleyip, kilitleri de atalım” ifadesi sıklıkla dile getirilir. İlkel topluluklarda görülen komünden sürgün edilme cezası da yaptırımın bu amacını gösterir[29]. Amerika Birleşik Devletlerinde, geçmişte suçluların alternatif ceza olarak orduya katılmayı tercih ettikleri görülmüştür. Günümüzde hapis cezaları, alıkoyma ile toplumu korumanın esas şeklidir. Suçlular güvenli müesseselere kapatılır ve hükümlülük süreleri boyunca topluma karşı daha fazla zarar vermeleri etkin bir şekilde önlenir[30].

Suçluyu fiziksel olarak sınırlandıran her hangi bir yaptırımın amacı, kısas, caydırıcılık veya rehabilitasyon dahi olsa, o kişi üzerinde doğal olarak alıkoyma etkisini de doğuracaktır. Dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı cezalarda ve ölüm cezasında alıkoyarak toplumu koruma kaçınılmazdır[31]. Alıkoyma ile ilgili cezalar geleceğe yöneliktir. Kefaret, bireyin zararlı eylemine odaklanırken, tecrit suçlunun gelecekte işleyeceği muhtemel suçları göz önüne alır. Eğer suçlu bu eylemi gelecekte tekrar işleyebilecek gibi ise, göreceli olarak önemsiz bir suç işlemiş olsa bile, ciddi bir cezaya mahkûm edilebilir[32]. Örneğin, kendisine kötü davranan kocasının fiziki veya sözlü saldırıları neticesinde duygusal bir tepki olarak kocasını öldüren kadın, alıkoyma teorisine göre, hafif bir cezaya mahkûm edilebilir. Belirli durumların meydana getirdiği anlık içgüdüsel hareketle kocasını öldüren fail, tekrar adam öldürme suçunu işleyecek gibi gözükmemektedir. Buna karşılık, bir mağazada hırsızlık yapmaya çalışırken yakalanan kimse, eğer aynı suçu önceden on kez daha yapmışsa çok ciddi bir cezaya çarptırılabilir. Böylece adli kayıtlar, kişinin bir daha suç işleyip işlemeyeceği konusunda ipucu verebilir. Bu sebeple, cezanın alıkoyma ya da tecrit amacı, suçtan ziyade suçlunun karakteristik özelliklerine özgülenen bir husustur[33].

Özel önlemenin üçüncü şekli ise, iyileşmesi mümkün suçluları ıslah ederek, tekrar topluma kazandırmaktır[34]. Cezanın ıslah edici fonksiyonu ya da rehabilitasyon amacı da denilen bu düşünce; mahkum edilmiş suçlunun mesleki veya eğitsel terbiye veyahut terapi yoluyla toplumdaki yapıcı yerini tekrar almasını hedefler. Cezaları meşrulaştırmanın en modern yolu, rehabilitasyon idealidir[35]. Suçlular tedavi edilerek tekrar topluma kazandırılacak ve suçtan uzak üretken bir toplum düzeni ortaya çıkacaktır. Nitekim 20 inci yüzyıl boyunca suçun nedenleri ve suçlu kişilikleri üzerinde yapılan araştırmaların büyük çoğunluğu, tedavi tekniklerinin bulunup geliştirilmesi amacına yöneliktir. Eğer suçlunun saldırgan davranışlarının kaynağında, sosyal, psikolojik veya biyolojik etkenler rol oynamışsa, bu düzensizliklerin giderilmesi suçla mücadelenin en etkin yolu olacaktır[36].

Önleme (caydırıcılık) teorisi çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Bir kere caydırıcılık düşüncesi, bütün insanların mantığa göre hareket ettiklerini, eyleme geçmeden önce düşündüklerini kabul eder. Yoksa birçok insanın uyuşturucu veya alkolün etkisi altındayken suç işlediklerini veya zihinsel ya da ruhsal hastalıkların zararlı davranışlara neden olduğunu göz önünde bulundurmaz. Caydırıcılık, düşüncesizce çalan ya da öldüren insanları dikkate almaz. Yakalanma riskinin düşük olduğu suçlarda, hem genel hem de özel önleme etkisiz kalır. Hâlbuki cezanın önleme etkisinden bahsedebilmek için, yaptırımın göreceli olarak hızlı, kesin ve ciddi olarak algılanması gerekir. Ancak günlük yaşamda bu pek mümkün değildir[37].

Araştırmalar genel önlemenin etkilerini ortaya koyamamaktadır. Sadece caymamış olanlar istatistiklere girmektedir. Cezaların caydırıcı etkilerini araştıran bir çalışma, değişik türdeki yaptırımların potansiyel suçlular üzerindeki etkilerini incelemelidir. Ancak tam olarak kaç kişinin cezai takibatın sonuçlarından ve yaptırımdan korkarak suç işlemekten vazgeçtiğini tespit mümkün değildir[38].

Cezanın özel önleme fonksiyonu alıkoyma vasıtasıyla gerçekleştirildiğinde, mağazadan eşya çalanın alacağı cezanın, adam öldürenden daha fazla olması adalet duygularını rencide edecektir. Mahkûmiyetin süresinin tespitinde neyin ölçü alınacağı konusu da zihinlerde soru işaretleri doğurmaktadır. Tahminen suçlular, o suçu bir daha işlemeyeceklerinden emin olununcaya kadar salıverilmeyeceklerdir. Söz konusu sonucun ağırlığı ve gayri meşruluğu bir yana, her hangi bir kimsenin gelecekteki davranışlarını önceden kestirebilmenin de imkânsızlığı ortadadır. Bu noktada birey, kesin olarak bilinemeyen ancak gelecekte yapacağı tahmin edilen bir eylemden dolayı cezalandırılmaktadır[39].

Rehabilitasyon ya da ıslah düşüncesi de tenkit edilmiştir. Buna göre, rehabilitasyon suçlu üzerinde yoğunlaşır. Suçun ağırlığı ile cezanın ciddiliği arasındaki ilişkinin tutarlı olması rehabilitasyon için bir hedef değildir. Daha hafif oranda suç işleyenler, eğer uzmanlar ıslahın daha uzun sürede başarılı olacağına inanıyorlarsa uzun süre hapiste kalabilir. Bunun aksine, adam öldüren bir kimse, onu suça iten psikolojik ve duygusal faktörlerin tedavi edildiğini gösteren işaretler veriyorsa kısa bir süre sonra hapisten çıkabilir[40]. Çünkü rehabilitasyon kavramına göre, suçlular tedavi edilirler, yoksa işledikleri eylemin kefaretini ödemezler. Buna bağlı olarak da tedavi edildikleri zaman topluma geri dönebilirler. Tedavi edilmedikleri müddetçe de hapisten çıkamazlar. Sistem belirsiz süreli hapis cezalarını gerektirmektedir. Bu durum da cezanın, kusur ve eylemin ağırlığıyla orantılı olması kuralını bertaraf etmekte, adalet duygularını zedelemektedir[41]. Aynı zamanda ıslah fikrinin, çoğunluğun azınlık üzerinde baskı kurması şeklinde bir sonuca yol açacağı da ifade edilerek, topluma uyum sağlamak istemeyenin arzusu hilafına rehabilite edilmesi eleştirilmiştir[42].

c- Uzlaştırıcı Teoriler

Mutlak ve nisbi ceza teorileri tek başlarına ele alındığında tatmin edici bir sonuca ulaşılamamaktadır. Bu bakımdan yapılan eleştirileri de nazara alarak iki teoriyi birleştirmek gayreti içerisine girilmiştir[43]. Uzlaştırıcı teoride ceza, kefaret teşkil etmesinin yanı sıra, genel ve özel önlemeyi de gerçekleştirmek ister. Böylece ceza hem geçmişe hem de geleceğe yönelik bir nitelik taşır. Cezanın failin kusuruyla orantılı olması kefaret düşüncesinin bir sonucudur. Burada dikkat edilmesi gereken husus, kefaretin salt mahkûmu küçültücü bir araç şeklinde anlaşılmaması, aksine failin kusurunun karşılığını görmesi suretiyle toplumla yeniden uzlaşmasını sağlayan bir müdahale kabul edilmesidir[44]. Ceza aynı zamanda sosyolojik açıdan caydırıcı etki göstermeli, yani genel önlemeyi de sağlamalıdır. Öte yandan ceza, mümkün olduğunca mahkûmun ıslahına, yeniden sosyalleşmesine yönelmelidir. Bu özel önleme amacına da kusurla orantılı yaptırım düşüncesiyle varılmalıdır. Yoksa genel ya da özel caydırıcılık mülahazalarıyla faile kusurundan daha fazla ceza verilmemelidir.

Düşüncemize göre; cezanın amacını uzlaştırıcı teorilerle açıklamak yerinde olacaktır. Günümüzde suçluların uygun ıslah ve rehabilitasyon araçlarıyla yeniden topluma kazandırılmaları, tekrar suç işlemelerinin engellenmesi vazgeçilmez bir idealdir. Ancak bu ideale ulaşırken, cezanın kefaret (ödetici) teşkil edici niteliğinden de vazgeçilemez. Bu anlamda ceza, işlenen suçun karşılığı olarak failin kusuruyla orantılı[45]şekilde hükmedilmelidir. Aynı zamanda toplum düzeninin korunması bakımından genel önleme de sağlanmalıdır. Suçta ve cezada kanunilik prensibi, ceza adaletinin çabukluğu ve cezanın kesinliği, genel önlemeye hizmet eden vasıtalardır. Burada somut olayın durumuna göre, belirtilen niteliklerden birinin diğerine göre öncelik taşıması da mümkündür.

Yeni ceza ve infaz sistemimizin de bu prensiplerden etkilendiğini belirtmemiz gerekir. Nitekim 5237 sayılı TCK.’nun 1 inci maddesinde “ceza kanununun amacı” başlığı altında “suçun işlenmesini önlemek” gayesine de yer verilerek özel ve genel önlemeye işaret edilmiştir. Ayrıca TCK.’nun 3 üncü maddesinin 1 inci fıkrasında;“suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” denilmiş ve cezanın belirlenmesine ilişkin 61 inci maddenin 1 inci fıkrasında da cezanın belirlenmesinde dikkate alınacak kıstaslar gösterilmiştir.

Bu düzenlemeler değerlendirildiğinde TCK.’da “fiilin ağırlığıyla orantılı ceza”düşüncesinin esas alındığı ve burada “kast veya taksire dayalı kusurun ağırlığının”cezanın tayininde belirleyici bir kriter olduğu söylenmelidir.

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 3 üncü maddesinde “infazda temel amaç” başlığı altında; “ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır” hükmüne yer verilerek, genel ve özel önlemeye verilen önem de vurgulanmıştır.

3- Cezanın Nitelikleri

Cezanın yukarıda belirtilen amaçları yerine getirebilmesi bir takım niteliklere sahip bulunmasına bağlıdır. Esasen bu özellikler, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine getirdiği sınırlamalar dolayısıyla yaptırımın meşruluğunu da ortaya koyar.

Günümüz ceza hukukunda iyi bir yaptırımda bulunması gereken nitelikleri aşağıdaki şekilde belirtmek mümkündür:

Ceza yasa tarafından gösterilmelidir.Öncelikle “kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi”nin bir sonucu olarak hangi fiil karşılığı hangi ceza yaptırımının uygulanacağına yasada yer verilmiş olması gerekir[46]. Hukuki güvenlik ilkesinin de ortaya koyduğu bu sonuca göre, bireyler işledikleri fiillere karşılık olarak haklarında hangi yaptırımların uygulanabileceğini önceden bilmelidir. Bu da yasa tarafından gösterilir. Suçun işlenmesinden önce kanunda belirtilmemiş olan bir yaptırımın, hükümlüye tatbiki mümkün değildir (AY.m.38, TCK.m.2).

Ceza, eşit olmalıdır[47]. Ancak bu mutlak şekilde anlaşılmamalıdır. Yoksa cezanın ferdileştirilmesi imkânsız hale gelir[48]. Bu bakımdan cezanın bireyselleştirilmesi sonucunda aynı suçu işleyenlere farklı cezalar öngörülmesi, eşitlik prensibini zedelemez[49]. Şu halde, ceza eşit olmalıdır derken kişiler üzerinde meydana getirdiği ızdırabın aynı (değişmez) olduğunu söylemek istemiyoruz. Pasif süjenin bazı niteliklerine göre ızdırabın değişeceği hiç şüphesizdir. Örneğin, hürriyeti bağlayıcı ceza konutu olmayan bir dilenciye nazaran refah içinde hayat süren zengin bir kimseyi daha fazla etkiler. Hürriyeti bağlayıcı ceza toplum içerisinde en az bozulmuş mahkûmlara daha büyük bir acı verir. Eşitliğin sağlanmayacağı bir ceza olarak para cezası zikredilebilir. Aynı para cezası mahkûmun servetine göre değişik etkiler yaratır. Hukuki açıdan da cezanın verilmesinde eşitsizliklere rastlanır. Nitekim kanunkoyucu bazen hâkimi fiilin işlenme şekli veya bazı görevlerin icrası sırasında işlenen fiiller karşısında daha katı davranmaya mecbur etmiştir. Örneğin, TCK. m. 86/3’e göre kamu görevlisi nüfuzunu suistimal ederek bir kimseye karşı kasten yaralama fiilini işlerse cezası artırılır.

Ceza insancıl ve ahlaki olmalıdır.İnsan onuruyla bağdaşmayan uygulamalardan kaçınılmalıdır[50]. 1982 Anayasasının 17 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında; “… kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya ve işleme… tabi tutulamaz” denilerek bu husus vurgulanmıştır. Uluslararası Sözleşmelerde de, hiç kimsenin zalimane, insanlık dışı, onur kırıcı bir cezaya tabi tutulamayacağı ilkesine yer verilmiştir[51]. Gerçekten bireyin kişiliğini alçaltan nitelikte her hangi bir yaptırımın uygulanması meşru değildir. Bu bakımdan ahlaki yönden insan vicdanını rahatsız eden aleni dayak, hadım etme, uzuv kesme, vücudun dağlanması gibi sadece suçlunun fizik yanına etkili olan ve onu alçaltan müeyyideler kabul edilemez[52].

Ülkemizde son dönemde cinsel suç faillerine yönelik kimyasal kastrasyon [53](hadım etme)uygulanabilip uygulanamayacağı tartışılmakla birlikte, bizatihi cinsel suç faili olması dolayısıyla bir kimseye, kimyasal kastrasyon tatbiki insanilik ilkesine aykırıdır[55]. Toplumda infial oluşturan cinsel suçların etkisiyle 18.6.2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunun 82 nci maddesi ile mükerrirlere özgü infaz rejimini düzenleyen 108 inci maddeye 9 uncu fıkra eklenmiş ve nitelikli cinsel saldırı (m.102/2), cinsel istismar (m.103), reşit olmayanla cinsel ilişkinin nitelikli hallerinden (m.104/2,3) hükümlü bulunan kimseler hakkında, cezanın infazı sırasında ve koşullu salıverildikleri takdirde denetim süresi içinde, bazı tedavi veya yükümlülüklerden bir veya birkaçına uymaları konusunda infaz hakimi tarafından karar verileceği hükme bağlanmıştır. Bu tedbirler; a) Tıbbi tedaviye tabi tutulmak, b) Tedavi amaçlı programlara katılmak, c) Suçun mağdurunun oturduğu ve çalıştığı yerleşim bölgesinde ikamet etmekten yasaklanmak, d) Mağdurun bulunduğu yerlere yaklaşmaktan yasaklanmak, e) Çocuklarla bir arada olmayı gerektiren bir ortamda çalışmaktan yasaklanmak, f) Çocuklar hakkında bakım ve gözetim yükümlülüğü gerektiren faaliyet icra etmekten yasaklanmak şeklinde gösterilmiştir. Bu hüküm ile cinsel suç faillerine, ıslah amacıyla bir kısım tıbbi tedavilerin uygulanmasının önü açılmıştır. Ancak (yasada açık bir hüküm bulunmaması da gözetilirse) bir hastalığın tedavisi kapsamında olmadığı müddetçe, bu uygulamaların kimyasal kastarasyon olarak tatbiki mümkün değildir.

Amerika Birleşik Devletlerinde dokuz eyalette (Kaliforniya, Georgia, Montana, Oregon, Wisconsin, Florida, Iowa, Louisiana ve Teksas) cinsel suç faillerine yönelik kastrasyon öngörülmüştür. Bu hususta ilk yasal düzenleme Kaliforniya’da 1 Ocak 1997’de yürürlüğe girmiş ve hükümlülerin şartla salıverilmeleri için kimyasal hadım programına katılması koşulu getirilmiştir. Buna göre, on üç yaşından küçük kişiye karşı işlediği cinsel istismardan dolayı iki defa hüküm giyen kimsenin, zorunlu olarak kimyasal kastrasyona tabi tutulması öngörülmüştür. Bu yöndeki ilaç tedavisi, salıvermeden bir hafta önce başlamakta, denetimli serbestlik süresinin sonuna kadar devam etmektedir. Kişi, kimyasal kastrasyonu kabul etmeyerek, cerrahi kastrasyon isteğinde bulunabilir. Teksas’da sadece isteğe bağlı cerrahi kastrasyon vardır, ancak bu her hangi bir şekilde şartla salıverilme koşulu olarak aranmaz. Iowa Eyaleti ise; 12 yaş ve altındaki çocuklara karşı işlenen cinsel suçlarda, şartla salıvermede denetimli serbestlik koşullarından biri olarak kimyasal kastrasyona yer vermiştir. Wisconsin’de şartla salıverme koşulu olarak kimyasal kastrasyona yer verilmiştir. Burada kişiye rızaya dayalı olarak bu tedavi uygulanır, tedaviyi kabul etmeyen hükümlü şartla salıverilmez. Avrupa’da İsveç, Finlandiya, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, Almanya gibi ülkelerde de kimyasal kastrasyonun bir güvenlik tedbiri niteliğinde uygulandığı ifade edilmelidir. Örneğin, İsveç’te 23 yaşından büyük failler hakkında, toplum için tehlike oluşturduğu sabit ise, tıbbi gerekliliğin ilgili kurullarca belirlenmesi halinde rızaya dayalı olarak tatbik edilir. Almanya’da da yaş şartı (25 yaş) ve iyileştirme amacı ile rızanın varlığı aranmaktadır. Danimarka, Çek Cumhuriyeti ve Finlandiya da kişinin rızası halinde, kimyasal kastrasyona cevaz vermiştir.

Kanaatimizce, işlenen cinsel suçun, tıp biliminin verilerine göre kişideki psikolojik yahut biyolojik bir rahatsızlıktan meydana geldiğinin ortaya konulması ve bu rahatsızlığın etkilerinin zayıflatılabilmesi için (tedavinin bir parçası olarak) mutlaka kimyasal kastrasyonun gerekli görülmesi halinde, belirli bir yaşın üzerindeki kişilere, rızalarına dayalı (muhtemelen şartla salıverme koşulu şeklinde) bir denetimli serbestlik tedbiri olarak kimyasal kastrasyon tatbik edilebilir. Buna karşılık cerrahi kastrasyon, bireyin vücuduna geri dönülmez bir biçimde müdahale içerdiği için, bir suçun karşılığında ceza yahut güvenlik tedbiri olarak tatbik edilemez[56].

Ceza bölünebilir olmalıdır. Yaptırımın bireyselleştirilebilmesi, diğer bir anlatımla işlenen suçun ağırlığına, suçlunun kişiliğine veya kusuruna uydurulabilmesi ancak bölünebilir (derecelendirilebilir) olması halinde mümkündür[57].

Ceza adli hata halinde geri alınabilmeli, diğer bir anlatımla kabili tamir olmalıdır[58]. Yargı organları ne kadar iyi çalışırsa çalışsın, adli işlemlerde hata imkânsız değildir. Bu nedenle yaptırım sonuçları itibariyle eski hale getirilebilir olmalıdır. Örneğin, ölüm cezasında bu nitelik bulunmamaktadır. Aynı husus kısmen hürriyeti bağlayıcı cezalar açısından da söz konusudur. Gerçekten adli hata halinde hürriyeti bağlayıcı cezanın infazına son verilse ve hükümlüye uygun bir tazminat ödense dahi, bu onun cezaevinde geçen günlerini geri getirmeyecektir. Bu özellik bakımından telafi edilmeye en uygun yaptırım, para cezasıdır[59].

Cezanın şahsiliği ilkesi uyarınca, yaptırım sadece suç işleyen faile uygulanmalıdır.Bunun dışındaki kimseler üzerinde cezanın doğrudan doğruya etkili olmasından kaçınılmalıdır[60]. Eski devirlerde devlet başkanına karşı işlenen bir suç, fail bakımından ölüm, aile fertleri için ise, eşyanın müsaderesi ve sürgün cezalarını gerektirirdi. Bugün böyle bir yaptırım sistemi geçerli olmamakla birlikte, cezanın maddi ve manevi baskısının aile bireylerini de etkilediği hususu inkar edilemez. Örneğin, aile reisinin mahkûm olduğu hürriyeti bağlayıcı ceza, karısı ve çocukları üzerinde mali kayıpların meydana gelmesini sonuçlar.

Ceza, suçun ağırlığıyla orantılı ve etkili olmalıdır. Bu anlamda yaptırım, suç işleyen failin tekrar suç işlemesini önleyecek etkiye sahip olmaktan başka, toplumun diğer fertlerini de suç işlemekten caydırmalıdır[61].

Ceza devlete mümkün olduğu kadar az yük getirmelidir. Cezanın amaçları, ceza türlerinden her hangi birisinin uygulanmasıyla sağlanabilecek durumda ise, devlet bu amaca en az masrafla ulaşacağı yaptırım türünü seçmelidir[62]. Bu açıdan, para cezalarının etkili olabileceği basit suçlarda ya da ekonomik suçlarda, daha masraflı olan hürriyeti bağlayıcı cezadan kaçınılmalıdır. Zira hapis cezalarının devlete ve dolayısıyla topluma getirdiği mali yük daha fazla olduğu gibi, cezaevinin olumsuz tesirleri de ortadadır[63].

İyi bir cezada bulunması gereken niteliklerin tamamının her hangi bir cezada var olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşağıda belirteceğimiz ceza türlerinin hepsinin aynı özelliklere ve ağırlığa sahip bulunmadıkları da bir gerçektir[64]. Asıl önemli olan kanun koyucunun yaptırım sistemine ilişkin düzenlemeler yaparken cezanın amaçlarını ve belirtilen özellikleri gözden uzak tutmaması ve aynı zamanda hâkimlerin de somut hadisede mümkün olduğunca, bu hususlara dikkat etmeleridir.

4- Cezanın Çeşitleri

765 sayılı TCK.’nun 11 inci maddesinde cezaların çeşitleri, işlenen suçun kabahat ya da cürüm olmasına göre ayrı ayrı tespit edilmişti. Buna göre; ölüm[65], ağır hapis, hapis, ağır para cezası ve amme hizmetlerinden yasaklılık cürümlere mahsus cezaları teşkil ederken, hafif hapis, hafif para cezası, muayyen bir meslek ve sanatın icrasının tatili, kabahat cezalarını oluşturmaktaydı.

TCK.’da suçların tasnifinde cürüm-kabahat ayrımına yer verilmediğinden, Yasanın 45 inci maddesinde suç karşılığında tatbik edilecek ce­zalar hapis ve adlipara cezası şeklinde bir ayrıma tabi tutulmuştur.

TCK.’nun 45 inci maddesinde yer alan bu taksim dışında cezalar yöneldikleri değerlere göre de tasnif edilmektedir[66]. Gerçekten ceza, suç teşkil eden eylemin karşılığı olarak, failin çeşitli hak ve yararlarını etkileyen devletin gösterdiği bir tepkidir. Bu anlamda cezalar işlenen suçun niteliğine ve ağırlığına göre, failin yaşam hakkına, hürriyetine, malvarlığına ve şerefine yönelik olabilir.

Bireyin hayat hakkına yönelik yaptırım ölüm cezasıdır. İşlenen suç karşılığında hükümlünün yaşamına son verilmesi anlamına gelen ölüm cezasına ilişkin düzenlemelere mevzuatımızda rastlanmaktaydı. Ancak 03.08.2002 tarih ve 4771 sayılı kanun ile yasalarda yer alan idam cezaları, savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar hariç olmak üzere, müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmüştür. Keza 07.05.2004 tarih ve 5170 sayılı Kanun’un 5 inci maddesi ile Anayasa’nın 38 inci maddesine “ölüm cezası … verilemez”hükmü getirilmiş ve bu çerçevede kanunlarda yer alan çeşitli suçlar karşılığında öngörülen ölüm cezaları, 14.07.2004 tarih ve 5218 sayılı kanunla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülmüştür. Böylece 5218 sayılı Kanun ile mevzuatımızda istisnasız olarak ölüm cezası kaldırılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz üzere 5237 sayılı TCK. suç karşılığı uygulanacak yaptırım olarak “ölüm cezasına” yer vermemiştir[67].

Özgürlüğe yönelik yaptırımlar hürriyeti bağlayıcı cezalardır. Hürriyeti bağlayıcı cezalar müebbet hapis ve süreli hapis olmak üzere ikiye ayrılır (m.46). Müebbet hapis cezası hükümlünün hayatı boyunca devam eder (m.47). Süreli hapis cezası hükümlünün hürriyetinden geçici olarak mahrum edilmesidir (m.46, 49).

TCK.’nun 49 uncu maddesinde süreli, hapis cezaları uzun süreli ve kısa süreli olmak üzere ayırıma tabi tutulmuştur. Uzun süreli hapis cezası bir yıldan yukarı olanlardır. Bir yıl veya daha az süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar ise, kısa sürelidir (m.49). Kısa süreli hapis cezaları yerine şartları gerçekleşmişse seçenek yaptırımlar uygulanabilir (m.50).

Adli para cezası, hükümlünün malvarlığına yönelen bir yaptırımdır. Nitekim adli para cezası; işlenen suç karşılığında yasada yer alan sistem çerçevesinde belirlenerek (gün para cezası) mahkemece tayin olunan bir paranın devlet hazinesine ödenmesinden ibarettir (m.52).

Hükümlünün şeref ve haysiyetine yönelik yaptırımlar günümüz ceza adaleti sisteminin gereklerine uygun değildir[68]. Bununla birlikte TCK.’nun genel hükümlerinde yer almamakla birlikte iftira suçunda mahkûmiyet hükmünün yayınlanmasına rastlanmaktadır (m.267/9).

[1] Bkz. Yenidünya, Ahmet Caner, Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Şartla Salıverme, İstanbul 2002, s.80 vd.

[2] Maurach, Reinhart, Deutsches Strafrecht. Allgemeiner Teil. 4.Auflage, Karlsruhe 1971, s.61; Baumann-Weber-Mitsch, s.24; Yüce, Turhan Tufan, Ceza Hukuku Dersleri, C.:I, Manisa 1982, s.5;Önder, Ayhan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C.: II-III, İstanbul 1992, s.514, 515; İçel -Donay, s.6; Gökcen, Cezanın Amacı ve Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların İnfaz Sistemleri, s.46.

[3] Maurach, s.61; Baumann-Weber-Mitsch, s.24; Cole, George F.- Smith, Christopher E.,The American System Of Criminal Justice, Eighth Edition, Belmont etc. 1998, s.405; Clear, Todd R.-Cole, George F.,American Corrections, Third Edition, Belmont California 1994, s.73;Schmalleger, Frank, Criminal Justice Today. An Introductory Text For The Twenty-First Century, New Jersey, s.329, 330; Kunter, Nurullah, “Cezalardan Neler Bekliyoruz, Neler Beklemeliyiz?”, Siyasi İlimler Mecmuası, Sayı: 145, 1943, s.17; Yüce, I, s.5; Centel, Nur,“Cezanın Amacı ve Belirlenmesi”, in: Prof. Dr. Turhan Tufan Yüce’ye Armağan, İzmir 2001, s.338;Hafızoğulları, Zeki, Ceza Normu. Normatif Bir Yapı Olarak Ceza Hukuku Düzeni, Ankara 1987, s.198; Gökcen,Cezanın Amacı ve Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların İnfaz Sistemleri, s.46.

[4] Schmidhäuser, Eberhard, Vom Sinn der Strafe, 2. Auflage, Göttingen 1971, s. 20, 21; Roxin, Claus, “Sinn und Grenzen staatlicher Strafe”, in: Strafrechtliche Grundlagenprobleme, Berlin — New York 1973, s.2; Clear-Cole, s.73; Yüce, I, s.5,6; İçel-Donay, s.7; İçel-Sokullu Akıncı-Özgenç-Sözüer-Mahmutoğlu-Ünver, Yaptırım, s.28,29.

[5] Schmidhäuser,s.21; Roxin,s.2

[6] Dönmezer- Erman,II, n.1335; Erem-Danışman-Artuk, s.684; Önder, II-III, s.515; Centel, Cezanın Amacı ve Belirlenmesi, s.338.

[7] Dönmezer-Erman, II, n.1335;Gölcüklü, Feyyaz, Türk Ceza Sistemi (Hürriyeti Bağlayıcı Cezalar), Ankara 1966, s.13.

[8] Yenidünya, Şartla Salıverme, s.81.

[9] Cole-Smith,s.405; Clear-Cole, s.73; ayrıca bkz. Dönmezer-Erman, II, n.1337.

[10] Cole-Smith, s.406; Clear-Cole, s.73.

[11] Bu konuda bkz. Schmidhäuser,s.44 vd.; Roxin, s.3 vd.; Centel, Cezanın Amacı ve Belirlenmesi, s.338 vd.; Gölcüklü, s.14; Erem-Danışman-Artuk, s.685, 686; Yenidünya, Şartla Salıverme, s.82.

[12] Yenidünya, Şartla Salıverme, s.82.

[13] Yenidünya, Şartla Salıverme, s.82.

[14] Doktrinde Gölcüklümutlak ceza teorileriyle ilgili yapılan eleştirilere katılmakla birlikte, cezada kefaret düşüncesinin suçluların ıslahında etkili bir unsur olduğunu, gerek bizzat suçlunun gerekse toplumun suçluya karşı olan davranışında terbiye edici bir fonksiyon gördüğünü ifade etmiştir. Yazara göre; “cezasını çekmek suretiyle suçunun yükünden kurtulduğuna inanan suçlunun ceza tretmanına vereceği cevap, bu inanca sahip bulunmayanınkinden farklı olacağı gibi; cezasını çekerek suç lekesinden temizlendiğine inanılan suçluya karşı toplumun bilahare takınacağı tavır da değişik olacaktır”. Bkz. Gölcüklü, s.13.

[15] Yenidünya, Şartla Salıverme, s.82.

[16] Cole-Smith, s.405, 406.

[17] Bkz. Schmidhäuser,s.24 vd.; Yenidünya, Şartla Salıverme, s.83.

[18] Cole-Smith,s.406; Clear-Cole,s.74; Schmalleger,s.330; İçel-Sokullu Akıncı-Özgenç-Sözüer-Mahmutoğlu-Ünver,Yaptırım, s.36; Gölcüklü,s.16,17.

[19] Maurach, s.62; Baumann-Weber-Mitsch, s.17, 18; Cole-Smith, s.406;Clear-Cole, s.74; Kunter, Cezalardan Neler Bekliyoruz, s.17; Erem-Danışman-Artuk, s.687; Centel, Cezanın Amacı ve Belirlenmesi, s.345; Gökcen,Cezanın Amacı ve Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların İnfaz Sistemleri, s.47; Aktaş, Yusuf, Tahrik, Teşebbüs ve Cezanın Kurulması, Ankara 1976, s.180.

[20] Bkz. Yenidünya, Şartla Salıverme, s.83,84.

[21] Maurach, s.62, 63; Yenidünya, Şartla Salıverme, s.83,84.

[22] Maurach, s.63; Yenidünya, Şartla Salıverme, s.84.; ayrıca bkz. Kunter, Cezalardan Neler Bekliyoruz, s.17; Gölcüklü, s.16; Hafızoğulları, s.193 vd.

[23] Bkz. Yenidünya, Şartla Salıverme, s.83,84.

[24] Cole-Simith, s.406.

[25] Baumann-Weber-Mitsch, s.17,18; Cole-Smith, s.406; Dönmezer-Erman, II, n.1339; ayrıca bkz. Hafızoğulları, s.196 vd.

[26] Baumann-Weber-Mitsch, s.17,18; Roxin, s.6; Centel, Cezanın Amacı ve Belirlenmesi, s.340, 341; ayrıca bkz. Gölcüklü, s.18; Aktaş, s.180.

[27] Bkz. Schmidhäuser, s.27; Maurach,s.63; Baumann-Weber-Mitsch,s.18; Roxin,s.6; Cole-Smith,s.406 vd.

[28] Cole-Smith, s.406.

[29] Cole-Smith,s.407; Clear-Cole,s.75, 76; Schmalleger,s.330.

[30] Cole-Smith, s.407; Clear-Cole, s.75, 76; Schmalleger, s.330; ayrıca bkz.Kunter, Cezalardan Neler Bekliyoruz, s.18;Dönmezer-Erman, II, n.1340; Aktaş, s.180, 181.

[31] Cole-Smith, s.407, 408; Clear-Cole, s.76.

[32] Cole-Smith, s.407, 408; Clear-Cole, s.76.

[33] Cole-Smith,s.408; Clear-Cole,s.76.

[34] Bu konuda bkz. Yüce, Turhan Tufan, “Hürriyeti Bağlayıcı Ceza ve Suçlunun Terbiyesi Meselesi”, AD., Y.:52, S.:9–10, Ankara 1961, s.928 vd.

[35] Cole-Smith, s.409; Schmalleger, s.331. Ayrıca bkz. Günther, Klaus, “Ceza İnfaz Hukukunun İnsan İmgesi”, in: İnfaz Hukukunun Sorunları, (Sempozyum-24–25.11.2000), Ankara 2001, s.66.

[36] Cole-Smith,s.409; Schmalleger,s.331.

[37] Cole-Smith, s.407.

[38] Cole-Smith, s.407; Gürelli, Nevzat, “Ceza Kanunumuzun Elli Yıllık Uygulamasında Ölüm Cezasının ve Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların Değerlendirilmesi”, in: Değişen Toplum ve Ceza Hukuku Karşısında Türk Ceza Kanununun 50 Yılı ve Geleceği Sempozyumu (22–26 Mart 1976), İstanbul 1977, s.187.

[39] Cole-Smith, s.408.

[40] Yenidünya, Şartla Salıverme, s.88. Örneğin, günümüzde Nazi suçluları toplum içerisinde kendilerini fark ettirmeden yaşamakta, yeniden suç işleme tehlikesi taşımamakta ve sosyalleşmeye ihtiyaç duymamaktadırlar. Buna karşılık, bu kimselerin işledikleri eylemler, cezai yaptırımı gerektirmektedir. Toplumda fark edilmeden yaşamaları, ıslah olmuş olmaları onların ceza görmemesine yol açmayacaktır. Bkz. Roxin, s.7.

[41] Cole-Smith, s.409; Clear-Cole, s.77; Schmidhäuser, s.64; Roxin, s.7; İçel-Donay, s.8,9; Centel, Cezanın Amacı ve Belirlenmesi, s.343, 344.

[42] Roxin, s.8.

[43] Yenidünya, Şartla Salıverme, s.89.

[44] İçel-Donay, s.9; Gökcen,Cezanın Amacı ve Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların İnfaz Sistemleri, s.51; ayrıca bkz. Taner, s.568.

[45] Bu konuda bkz. Jescheck, Hans Heinrich, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların Alman ve Türk Ceza Hukukundaki Yeri” (Çev.: Ayhan Önder), İÜHFM., C.:XLVIII-XLIV, S.:1–4, İstanbul 1983, s.486 vd.

[46] Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.617;Demirbaş,s.554; Zafer, s.478.

[47] Zafer, s.478.

[48] Erem-Danışman-Artuk,s.696

[49] Dönmezer-Erman, II, n.1315; Erem-Danışman-Artuk, s.696.

[50] Zafer, s.478; Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe,s.617;Demirbaş,s.555; Erem-Danışman-Artuk, s.697; Önder, s.486; Dönmezer-Erman, II, n.1342.

[51] Bkz. BM. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi m.5 (RG.27.05.1949); İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.3 (RG.19.03.1954).

[52] Erem-Danışman-Artuk, s.697, 698; Önder, Ceza Hukuku Dersleri, s.486.

[53] Kimyasal kastrasyon, kişinin tıbbi ilaçlarla testestoron hormonu salgılamasının azaltılmasını ve bu yolla cinsel isteğin ortadan kaldırılmasını ifade etmektedir. Böylece kişi, cinsel ilişkiye girme yeteneğini kaybetmemekte, sadece cinsel ilişki başlatamamakta yahut cinsel haz hissedememektedir. Patolojik düzeyde olan cinsel takıntının yoğunluğu hormonun azaltılmasıyla sağlanarak, bireyin kendisini kontrol etmesine yardımcı olunmaktadır. Burada kişinin testislerinin cerrahi bir müdahale ile alınması söz konusu değildir. Bu ikincisi, cerrahi kastrasyon olarak isimlendirilir. Cerrahi kastrasyonda kişi, kural olarak cinsel ilişkiye girebilme yetisini kaybetmektedir. Ancak burada da dışarıdan vücuda testestoron hormonu enjekte edilerek cinsel istekte artış ve eylemde bulunma imkanı mevcut olabilir. Bkz.Erdoğan, Ayten, Pedofili: Klinik Özellikleri, Nedenleri, Tedavisi”, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar Dergisi, Yıl:2, Sayı:2, 2010, s.152, 153; Özyurt, Erdem, “Ceza Hukuku Açısından Kimyasal Kastrasyon”, http://www.designergb.com(erişim tarihi:22.02.2011).

[55] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Yenidünya, A. Caner- Yaşar, Yusuf,“Kastarasyon Cinsel Suç Faillerine Uygulanabilecek Uygun Bir Yaptırım Mıdır?”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Yıl: 4, Sayı:14, (Temmuz 2013), s.347–364.

[56] Konuyla ilgili ülke mevzuatları için bkz. Russell, Stacy,“Castration of Repeat Sexual Offenders: An International Comparative Analysis”, Houston Journal of International Law, Winter 1997, Volume:19, No:2, s.426–445; Harrison, Karen,“The High- Risk Sex Offender Strategy in England and Wales: Is Chemical Castration an Option?, The Howard Journal Of Criminal Justice, Volume: 46, Issue: 1, February 2007, s.16–31; Özdemir, Hayrunnisa,“Hadım Etme ve Hekimin Sır Saklama Yükümlülüğü”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:14, Yıl:2010, S:1, Ankara, s.125–164; Erdoğan, Pedofili, s.153,154.

[57] Demirbaş,s.555; Zafer, s.478. Önder, s.487.

[58] Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe,s.617; Zafer, s.478; Demirbaş,s.555; Erem-Danışman-Artuk, s.697.

[59] Erem-Danışman-Artuk, s.697; Önder, s.487.

[60] Zafer, s.478;Önder, s.486; Demribaş,s.555;Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe,s.617.

[61] Önder, s.486; Dönmezer-Erman, II, n.1342, 1342 bis.

[62] Demirbaş,s.556; Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe,s.617; Önder, s.487; ayrıca bkz. Dönmezer-Erman, II,n.1342.

[63] Önder, s.487.

[64] Bkz. Önder, s.487.

[65] 14.07.2004 tarih ve 5218 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmış­tır.

[66] Bkz. Centel-Zafer-Çakmut, s.554,555.

[67] Ölüm cezası hakkındaki tartışmalar konusunda bkz. Artuk, Mehmet Emin, “Ölüm Cezası”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Jale G.Akipek’e Armağan, Konya 1991, s.145–175; Artuk, Mehmet Emin- Gökcen, Ahmet-Yenidünya, A. Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler II (Yaptırım Hukuku), Ankara 2003, s. 39–69.

[68] Centel-Zafer-Çakmut,s.555.

--

--

A. Caner YENİDÜNYA
A. Caner YENİDÜNYA

Written by A. Caner YENİDÜNYA

Prof. Dr. , Hukuk, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku, Kriminoloji, İnfaz Hukuku

No responses yet